Otelimizin adı Ruby’s Inn. Ruby 1920’lerde ailesiyle buraya gelip küçük bir konaklama yeri kurmuş, Bryce’ın namı yürüyüp turistikleştikçe işleri büyütmüş. Daha sonra Kanyon devlet tarafından koruma altına alınıp bir ulusal parka dönüştürülünce yollar yapılmış, ulaşım kolaylaşmış. Bizim Ruby işleri iyice büyütmüş anlayacağınız. Koskocaman bir girişi var, bir han girişini andırıyor, girişte büyük bir şömine ve karşısında koltuklar. Otel yıllar içinde etrafa bir şehir gibi, plansız, organik yayılmış. Biz dışarıdaki kulübelerden birinde kaldık. Sabah çok erken kalkacağımızı bildiğimizden sabah yemek üzere kendimize birşeyler almıştık. Hemen birşeyler atıştırdık. Kat kat kıyafetlerimizi giydik ve beş buçuk gibi Bryce Kanyon’a doğru yola koyulduk.
Bryce, Zion’a gore 300-400m daha yüksek, 2500-2600m yüksekliğinde, dolayısıyla çok daha soğuk. Hava gerçekten buz gibi. Seda gün doğmadan yerine yerleşmek istiyor. Bryce Kanyon devasa bir doğal amfi tiyatro şeklinde. Onu özel kılan “Hoodoo” denen onbinlerce yıl içinde buzların donup erimesiyle oluşmuş, biraz bizim peri bacalarını andıran doğal heykelleri. Bu devasa kaya çıkıntılarının rengarenk kırmızı beyaz ve sarı katmanları özellikle gün doğumu ve gün batımı esnasında olağanüstü görünüyor.
Kanyonun etrafında bütün kanyonu ayaklar altına seren tam 13 manzara noktası var. Yönü ve baktığı açı gereği gün doğumunu izlemek için en uygun noktanın Inspiration (İlham) Noktası olduğuna karar verip, arabayı otoparkına parkediyoruz. Bryce Kanyonu her fotoğrafçının manzarasını fotoğraflamak isteyeceği bir yer tabii ki. Ama yine de ben sabah daha saat altı olmadan, gün aydınlanmadan bizden başka bu kadar çatlağın birarada bulunabileceğini düşünmezdim. Bizden önce yerlerini almış bekleyen 3-4 kişi daha vardı. Bir ikisi oldukça profosyonel gözüküyordu, bir kısmı ise bizim gibi hevesli amatörlerdi. Biz geldikten sonra birkaç kişi daha gelmeye devam etti. Fotoğraf meraklıları genelde çok tatlı insanlar oluyor, ortak ilgi alanları, doğaya ve insana olan sevgi vesaire derken birkaç fotoğraf heveslisi bir araya geldi mi hemen kibar selamlaşmalar, fikir alışverişleri, yardımlaşma başlayıveriyor. Rekabetçi bir ilgi alanı değil yani bence fotoğrafçılık. Biz de selamlaşıyoruz. Ben Seda’yı biraz orda bırakıp ufak bir gezintiye çıkıyorum. Gün yavaş yavaş doğmaya başladıkça olağanüstü bir manzara karşılıyor bizi.
Yeri ters olduğu için Bryce, örneğin Zion veya Büyük Kanyon’a göre çok daha sonra ünlenmiş. Bugün bile ziyaretçi sayısı Zion’dan daha az. Ama bence Zion’dan daha etkileyici bir yer. Hoodoo’lar müthiş bir yoğunlukla, irili ufaklı bir yarım dairenin etrafına dizilmişler, sanki bir devler meclisi. İnsan ister istemez hoodoo’lara bakarken her birini başka birşeye benzetiyor. Güneş yavaş yavaş sağımızdan yükseldikçe gölgeleri uzuyor da uzuyor.
Seda uzun uzun fotoğraf çekti. Bu sırada uzun süredir kafasında olup bir türlü denemeye fırsat bulamadığı HDR fotoğraf yöntemini de ilk defa denedi. Bence sonuçlar çok şaşırtıcı çok enteresan oldu. Bu fotoğraf yönteminde aynı kareyi birkaç kez farklı pozlandırarak çekiyor, daha sonra bir bilgisayar programı yardımıyla bu fotoğrafları birleştiriyorsunuz. Sonuçta ortaya bazen biraz sürreal, rüyamsı ama olağanüstü fotoğraflar çıkabiliyor. Umarım beğenirsiniz.
Güneş iyice yükselince Seda ile beraber Kanyonun kenarından manzara noktalarından birkaçını daha yürüyerek geziyoruz. Her biri farklı bir sürpriz bu noktaların..
Kanyon’da o kadar farklı jeolojik oluşumlar, o kadar güzel renkler var ki… Bir de yavaş yavaş yükselen güneş de içimizi ısıtmaya başlayınca manzara tadından yenmiyor.
Bryce’da zorluk seviyelerine göre ayrılmış, hepsi de işaretlenmiş birçok trekking parkuru var. Tepeden bu manzarayı izlemek tabii ki bir harikaydı ama biz hoodoo’ların arasına inmek, onlara yakından bakmak, bu dev kayaların arasındaki daracık yollardan yürüyüş yapmak istiyorduk. Orta zorlukta, inişi kolay ama çıkışı zor Navajo Loop isimli trekking yolunu seçtik. Sunset Manzara Noktasına arabamızı parkedip üzerimizdeki ağır yükleri biraz attık. Yanımıza birer şişe su alıp başladık yürümeye.
Burası hoodoo’ların en sık olduğu yer. Toprak kaymaları da çok sık oluyormuş. Dikkatlice aşağı doğru yol aldık. Yakından sarının, turuncun bunca farklı tonunu incelemek, soğuk kayalara dokunmak, kuş seslerini dinleyerek yürüyüşümüzü yapmak büyük keyifti. Bu masalsı diyarın başrollerinde Tor’un çekici denilen bir hoodoo ve sessiz şehir denen spiraller de bu yürüyüş sırasında rahatlıkla görülebiliyor.
Parkurun tamamı 2 saat kadar sürdü, arabamıza döndüğümüzde epey yorulmuş ve bir o kadar da acıkmıştık.
Önümüzdeki iki gece Page denen küçük bir kasabada kalacağız, oradan Antilop Kanyon, Powell Gölü ve Colorado nehrinin 270 derecelik bir açıyla kazdığı at nalı vadisini göreceğiz. Atladık arabamıza düştük yola… Hikayenin devamı çok yakında…
4 thoughts on “Guneybatı Amerika 2: Bryce Kanyonu”
hiç mi korkmuyorsunuz ??
hem doğa ,ıssızlık, yabancı bir yer..hayranım cesaretinize. fotoğraflar
çok çok güzel amatör falan değilsiniz bence. bu arada ender yorum yazabildiğim insanlardansınız.
bugünler de ne kendi bloguma ne de başkalarına yorum yazamama sorunu var
bilgisayarımda. bakalım çözene kadar sorunu..
Selam Pelinpembesi:) Fotograflari begendigin demek? Cok sevindim.. Korkacak bisey yok ki buralarda, sonucta evet colun ortasindasin ama medeniyet en fazla 1-2 saat mesafede onu hep hissediyorsun, Amerika sonucta.. Biz de bizi korkutacak maceralara atilmak istiyoruz ilerde, kim bilir neler nereler olacak.. Sana da 2013’te harika maceralar! Bu arada yorumlarini yazabildigin bloglardan olma sansimiza da sevindik;) Bir an evvel sorunun cozulur umarim…
Harika. ama biraz da ürkütücü galiba. İçim ürperdi. Geceleri nasıl görünüyordu. Hayalet gibi mi? Vuuuvvv… Heyecanlı değil mi? Hiç düşünmemiştim yurt dışında gezmeyi. Şimdilik kendi topraklarımızı tanıyalım istiyorum ama bu fotoğraflar çekiyor beni kendine. İyi gezmeler diliyorum size.
Etrafta kimsecikler yokken ve hava daha aydinlanmamisken kanyonun urkutucu bir hali vardi gercekten, ama gunesin dogmasiyla huzur kapliyor her yeri.. bu muazzam buyuklukteki kanyonun gune dogusunu izlemek inanin insanin icinde korku birakmiyor, gozlerinizi kapayip dinlemek istiyorsunuz size anlatacagi yuzlerce yillik hikayesini. umariz bir gun sizlere de fisildar hikayesini :) Sevgiler..
hiç mi korkmuyorsunuz ??
hem doğa ,ıssızlık, yabancı bir yer..hayranım cesaretinize. fotoğraflar
çok çok güzel amatör falan değilsiniz bence. bu arada ender yorum yazabildiğim insanlardansınız.
bugünler de ne kendi bloguma ne de başkalarına yorum yazamama sorunu var
bilgisayarımda. bakalım çözene kadar sorunu..
Selam Pelinpembesi:) Fotograflari begendigin demek? Cok sevindim.. Korkacak bisey yok ki buralarda, sonucta evet colun ortasindasin ama medeniyet en fazla 1-2 saat mesafede onu hep hissediyorsun, Amerika sonucta.. Biz de bizi korkutacak maceralara atilmak istiyoruz ilerde, kim bilir neler nereler olacak.. Sana da 2013’te harika maceralar! Bu arada yorumlarini yazabildigin bloglardan olma sansimiza da sevindik;) Bir an evvel sorunun cozulur umarim…
Harika. ama biraz da ürkütücü galiba. İçim ürperdi. Geceleri nasıl görünüyordu. Hayalet gibi mi? Vuuuvvv… Heyecanlı değil mi? Hiç düşünmemiştim yurt dışında gezmeyi. Şimdilik kendi topraklarımızı tanıyalım istiyorum ama bu fotoğraflar çekiyor beni kendine. İyi gezmeler diliyorum size.
Etrafta kimsecikler yokken ve hava daha aydinlanmamisken kanyonun urkutucu bir hali vardi gercekten, ama gunesin dogmasiyla huzur kapliyor her yeri.. bu muazzam buyuklukteki kanyonun gune dogusunu izlemek inanin insanin icinde korku birakmiyor, gozlerinizi kapayip dinlemek istiyorsunuz size anlatacagi yuzlerce yillik hikayesini. umariz bir gun sizlere de fisildar hikayesini :) Sevgiler..