İzlanda’dadaki son günümüz için hedef çok büyüktü. Reykavik‘e tam 450km uzaklıktaki buzullar lagünü Jokursarlon‘a gitmek istiyorduk. Arabayla 450km gider, gelirsek çok yorulacağımıza ve günün keyfini çıkaramayacağımıza karar verip internetten iyi değerlendirmeler almış bir tur şirketinden (Extreme Iceland) otobüs turu ayarladık.
Sabah erkenden başladığımız turda hedef İzlanda’nın bütün güney sahilini baştan başa kat ederken aklımızda görmek istediğimiz bütün noktalarda birer birer durup fotoğraf çekmekti. Şansımıza çok keyifli bir ekibe ve harika bir tur rehberine denk geldik. Bütün yol boyunca İzlanda tarihi, coğrafyası, sosyal ve ekonomik durumu hakkında her konuya değindi.
En çok görmek ve fotoğraflamak istediğimiz yerlerden biri denizi bir hançer gibi yaran siyah bazalt kayalıkların olduğu sahil kasabası Vik’ti. Turumuzda ancak hava karardıktan sonra, Reykavik’e dönerken, akşam yemeği için Vik’te duracağımızı duyunca biraz üzüldük. Vik ve kayalıkları arkamızda bırakmış ilerlerken ilk durağımız Seljalandfoss şelalerine vardık.
60 metre yükseklikten düşen bu şelaleyi gören herkes otobüsten hızla inip yanına koşmaya başladı. Fotoğraf karesine hiçbir insanın girmesine tahammülü olmayan Seda durur mu? Kalktı depara! Bir yandan koşuyor, bir yandan tripodunun ayaklarını açmaya uğraşıyordu… Ben bu arada mümkün olduğu kadar yakınına yaklaşıp şelalenin gürültüsünü kemiklerime kadar hissetmeye çalıştım. Bir yandan bir sis şeklinde şelaleden gelen su damlalarıyla ıslanıyordum. Doğa’nın böyle bir güzelliğine bu kadar yakın olabilmek… Daha günümüz yeni başlıyordu, 15-20 dk içinde toparlanıp otobüsle bir sonraki kısa durağımıza doğru yola çıktık.
İkinci kısa molamız 2010 yılında patlayıp Avrupa’da hava trafiğini felç eden Eyjafjallajokull yanardağının eteklerinde oldu. Burada yıllardır çiçek üreten bir çiftliğin önünde durduk. İzlanda’daki volkanların birçoğunun üzeri buzullarla kaplı, hal böyle olunca yanardağ patlamaları genelde fışkıran lavlar şeklinde olmuyor. Lavlar buzla karşılaşınca genelde havaya sadece dev kül bulutları ve zehirli gazlar fışkırıyor. Kilometrelerce civardaki heryer küllerle kaplanıyor. 2010’da yükselen kül bulutları rüzgarın da etkisiyle Avrupa hava sahasını bile ciddi anlamda kaplamış benzeri görülmemiş uçak gecikmelerine yol açmıştı. İş küllerle de bitmiyor, eriyen buzullar birkaç gün içinde kritik yoğunluğa ulaşıp artık engel tanımaz hale geldiklerinde genelde inanılmaz şiddetli sellere yol açıyorlarmış. Yani volkan patlamaları genelde alev ve yangınlar değil, kül bulutları ve seller şeklinde vuku buluyormuş. Neyse gene uzattım lafı. İşte bu mola verdiğimiz çiftlik 2010’da tamamen küller altında kalmış ama Reykavik’ten yardıma gelen halkın sayesinde imece usulü üzerindeki küller kazılmış ve tekrar ortaya çıkarılmış. 2011’de toprakları daha da verimli hale geldi diyor bizim rehber, küllerinden doğmuş anlayacağınız…
Daha sonra bir benzin istasyonunun restoranında öğle yemeği için mola verdik. Menümüz tabii ki kuzuydu. Ağır ağır pişmiş kuzu budunu gravy sos ve yanında patates graten verdiler. Ne benzinciler var yarabbim dedim indirirken mideye. Harikaydı.
Artık bir daha durmadan ve hava çok kararmadan Jokulsarlon’a doğru yola çıktık. Yolda İzlanda’nın en yüksek tepesi olan Hvannadalshnjúkur‘un (2110m) yanından geçtik. Oldukça ihtişamlı gözüküyordu. (Coğrafya derslerimi iyice unutmuşum eve gelince merak edip Ağrı’nın yüksekliğine baktım 5137m imiş! Oraya da gideriz bir gün umarım… Bizim memlekette neler var da daha sıra gelmedi.)
Sonunda akşam üç gibi Jokulsarlon‘a vardık. Jokulsarlon, Vatnajokulbuzulundan kopan buzdağlarının Atlantik Okyanusuna giderken oluşturduğu 17 kilometrekarelik bir lagün. Lagün 600 metre derinliğinde! Bu kadar derin olmasının sebebi buz dağlarının yıllar içinde dibini kazıması. Buzdağlarının görülen yüzleri en fazla birkaç metre, suyun altındaki kısımları ise çok daha uzun. Yüzen buzdağlarını izlemek müthiş bir güzellikti; aralarında oyunbazca yüzen foklar da bonusumuzdu..
Biraz sonra bot turuna katılacaktık ama önce hemen yakındaki bir tepeye çıkıp seyreyledik etrafı. Oturduk Seda’yla el ele ve iyice içimize çektik tertemiz, serin, çıtır çıtır havasını bu buzullar diyarının.
Vakit gelince hem karada hem suda gidebilen bir araca bindik ve yavaş yavaş göle girdik. Yakınlaşmak daha da büyük bir keyifti, bazıları beyaz, bazıları kimbilir hangi volkanik patlamanın külleriyle siyahtı, bazıları ise mavi bir kristal gibiydiler, sanki devasa birer değerli taş gibi. Öğrendik ki rengini veren buzun yoğunluğu ve ışığın kırılma açısıymış. İyice sımsıkı olan buzlar mavi gözüküyor, biraz eriyip içine hava girenler ise beyaz gözüküyormuş. Rehberimiz bir yandan coğrafyayı anlatırken, bir yandan bir buzuldan bir keser yardımıyla bir parça kopardı. Bu vesileyle belki de onbinlerce yıldır donmuş şekilde duran bir buz parçası ağzımızda suya dönüştü.
Jokulsarlon hakkında bir başka ilginç hikaye de burada birçok ünlü Hollywood filminin çekilmiş olması. Batman Begins, Tomb Raider, James Bond:Die Another Day bunlardan yalnızca birkaçı. James Bond’un çekimleri için göl iki üç gün lagünün okyanusa döküldüğü yer kapatılıp üzeri tamamen buz tutturulmuş! Ve onyıllardır beki de ilk defa gölün üzerinde yürüyebilmiş insanlar! Çekimler sonrası hemen birkaç gün içinde normal haline geri dönmüş lagün.
Bot turumuzdan sonra otobüsümüze geri döndük. Biz de iyice yorulmuştuk, akşam yemeğimizi yiyeceğimiz Vik‘e kadar durmak yoktu. Şansımıza Vik’e vardığımızda hava birazcık da olsa aydınlıktı. Bütün otobüs restoranın yolunu tutarken, Seda ile biz sahile ve kayalıklara doğru koşmaya başladık. Gece oluyordu, vaktimiz çok kısaydı ama hem bu doğa harikalarını yakından görmek hem de fotoğraflamak istiyorduk. Sahil çok soğuk ve rüzgarlıydı. Dev kayalardan bir dalgakıran oluşturmuşlar deniz kenarında. Kayaların üzerinde seke seke ilerledik. Tripodu kurabilecek bir düzlük arayıp birkaç resim çektik. Hava iyice karardı, birden rüzgar da şiddetini arttırdı. Yağmur da yağmaya başlayınca artık daha fazla dayanamayıp otobüse geri koştuk. Yine de kesinlikle sahile indiğimize değdi. O soğuk ve karanlıkta denizdeki bazalt kayalıklar, ve yanlızca biz ikimiz vardık sahilde, gergin bir bilim-kurgu filmin içindeydik sanki….
Merhabalar!
Kuzenimle birlikte bugün uçak rezervasyonlarımızı yaptırdık, Ekim’in ilk haftası 3-4 günlüğüne İzlanda’ya gidiyoruz. Biz de şu lokal turları duyduk uzak bölgeleri ziyaret edebilmek için, turun ismini 2 sene üstünden geçmiş olsa bile hatırlıyor musunuz? :) Biz de onunla gidelim..
Çok heyecanlıyız, ayrıca blogdaki bilgiler harika!!!
Tşk!
Merhaba Tugce, harika! Izlandaya bayilacagina eminiz, hatta o kadar seveceksin ki kesinlikle bir daha gitmek isteyeceksin. Senin icin tur sirketinin ismini arastirdik ve bulduk, Extreme Iceland. Umariz sen de uygun bir tur yakalarsin, iyi bir tur rehberine denk gelirsin. Unutulmaz bir tatil seni bekliyor. Simdiden iyi eglenceler :)
nasıl mükemmel!!
tüm gitmek istediğim yerlerden vazgeçtim :)
buraya temmuz gibi gitsek, avantajları neler. ( eğer haziranda ben gidemezsem diye düşünüyorum da) …
bir de izlandalı arkadaşlar yazın bodrum – izlanda direkt uçuşların olduğunu söylemişlerdi. ama biletlerde çok pahalıymış, fazla dil olmayınca turlarda durumumuz ne olur , bilmem :)
Selam Pelinpembesi! Temmuz’un en büyük avantajı uzun mu uzun günleriniz olur, güneş hiç batmaz, gezer durursunuz… Bodrum-İzlanda fiyatları hakkında hiçbir fikrim yok ne yazık ki.. Dil problemine gelince çok sorun olmaz bence.. Çat pat otobüs’e kadar binseniz, rehberin anlattıklarını anlamanız çok ta şart değil.. Coğrafya kendisi konuşuyor zaten, hem de yüksek sesle, herkese kendi ana dilinde:) Çok söyleyecek söz kalmıyor yani ülkenin güzelliği karşısında, dil konusuna çok takılmayın derim..
Sözün bittiği yer diyeceğim demesine ancak aklımda yeşil ışıklar var:)
İzlanda’ya daha devam edeceksiniz değil mi?
Fotoğraflar ve yazı hakikaten harikulade olmuş. Amaaa… O güzelim şelale fotoğrafının altındaki şu cümleler var ya…
“Ben bu arada mümkün olduğu kadar yakınına yaklaşıp şelalenin gürültüsünü kemiklerime kadar hissetmeye çalıştım. Bir yandan bir sis şeklinde şelaleden gelen su damlalarıyla ıslanıyordum.
Doğa’nın böyle bir güzelliğine bu kadar yakın olabilmek…”
Geri bildirim: İzlanda’ya Giriş 101… | The Kitchen Crashers
Merhabalar!
Kuzenimle birlikte bugün uçak rezervasyonlarımızı yaptırdık, Ekim’in ilk haftası 3-4 günlüğüne İzlanda’ya gidiyoruz. Biz de şu lokal turları duyduk uzak bölgeleri ziyaret edebilmek için, turun ismini 2 sene üstünden geçmiş olsa bile hatırlıyor musunuz? :) Biz de onunla gidelim..
Çok heyecanlıyız, ayrıca blogdaki bilgiler harika!!!
Tşk!
Merhaba Tugce, harika! Izlandaya bayilacagina eminiz, hatta o kadar seveceksin ki kesinlikle bir daha gitmek isteyeceksin. Senin icin tur sirketinin ismini arastirdik ve bulduk, Extreme Iceland. Umariz sen de uygun bir tur yakalarsin, iyi bir tur rehberine denk gelirsin. Unutulmaz bir tatil seni bekliyor. Simdiden iyi eglenceler :)
oy oy oyyy,supermis yaaa..gozunuze’gonlunuze saglik..hic aklima dusmezdi oralar,aklim kaldi ne edecegim simdi,,,=)))
nasıl mükemmel!!
tüm gitmek istediğim yerlerden vazgeçtim :)
buraya temmuz gibi gitsek, avantajları neler. ( eğer haziranda ben gidemezsem diye düşünüyorum da) …
bir de izlandalı arkadaşlar yazın bodrum – izlanda direkt uçuşların olduğunu söylemişlerdi. ama biletlerde çok pahalıymış, fazla dil olmayınca turlarda durumumuz ne olur , bilmem :)
Selam Pelinpembesi! Temmuz’un en büyük avantajı uzun mu uzun günleriniz olur, güneş hiç batmaz, gezer durursunuz… Bodrum-İzlanda fiyatları hakkında hiçbir fikrim yok ne yazık ki.. Dil problemine gelince çok sorun olmaz bence.. Çat pat otobüs’e kadar binseniz, rehberin anlattıklarını anlamanız çok ta şart değil.. Coğrafya kendisi konuşuyor zaten, hem de yüksek sesle, herkese kendi ana dilinde:) Çok söyleyecek söz kalmıyor yani ülkenin güzelliği karşısında, dil konusuna çok takılmayın derim..
Sözün bittiği yer diyeceğim demesine ancak aklımda yeşil ışıklar var:)
İzlanda’ya daha devam edeceksiniz değil mi?
Fotoğraflar ve yazı hakikaten harikulade olmuş. Amaaa… O güzelim şelale fotoğrafının altındaki şu cümleler var ya…
“Ben bu arada mümkün olduğu kadar yakınına yaklaşıp şelalenin gürültüsünü kemiklerime kadar hissetmeye çalıştım. Bir yandan bir sis şeklinde şelaleden gelen su damlalarıyla ıslanıyordum.
Doğa’nın böyle bir güzelliğine bu kadar yakın olabilmek…”
Of! Bitirdi beni ne yalan söyleyeyim:))
Sevgiler.
Efendim saygılar sunuyoruz, teşekkürler ediyoruz.. Yeşil ışıkların eli kulağında:)